İmgelerin Öteki Yüzü

İmge; insanoğlunun etrafını saran tüm yaşamsal unsurlardan fark edebildiği nesnel gerçekliklerin kendine ait düşünsel dünyasında yorulmanmış halidir. O halde zihnimizde imgesi oluşan şeyler yalnız nesnelerin kendilerimidir? Duygu dünyamızın parçaları ya da parçacıkları ile örtüşen farklı şeyler yok mu dur? Örneğin “beyaz” deyince zihninizde bu kelimeye dair ne tür görseller seçip çıkarıyorsunuz? Kâğıt mı, kireç mi, kar mı beyaza boyanmış bir yüzey mi yoksa beyaz bir arabamı bir güvercin mi? düşünün! “beyaz kelimesiyle en çok örtüştüğünüz, içselleştirdiğiniz şey nedir? Bulduğunuz cevapların nesneyle ya da nesnelerle ilgisi olmayabilir. Belki de “beyaz” kelimesi duygu dünyanızın herhangi bir parçasıyla örtüşüyordur. Huzur, hiçlik, sonsuzluk hangisini bu kelimeyle daha çok örtüştürebilirsiniz? 

Başka bir örnek, genel bir hammadde, “Bakır”, bu size neyi anımsattı?  Zihninizdeki hangi imgeyle örtüşüyor? Bakır bir tas mı? ucu açık bir elektrik kablosu mu?, vitrinde duran bir süs eşyası mı? Yoksa sarı ve kızılla ilgili başka şeyler mi? Hangisi?  Zihninize daha yakın? 

Yaşamın kendisi insanoğlu için bir laboratuar gibidir. Tıpkı bir kimya laboratuarında olduğu gibi insan zihinde hemen her şeyi deneylere tabi tutar. Vardığı sonuçlar olumlu ya da olumsuz bir duyguya sebep olur. İmgeler kökleri itibari ile yaşanmışlıkların ürünüdür. Bu nedenledir ki her imge kökleri bakımından incelendiğinde yaşamın bir parçası olduğu görülür. Yaşanmışlıklar tek taraflı nesnelere bağlı değildir. Yaşam iki taraflı bir iletişimler bütünüdür. Kendi salt varlığı insanın varlığı olmadan bir anlam ifade etmez. İnsan varlığı ile düşünebilir algılayabilir sorgulayabilir olduğundan yaşamın varlığı anlam kazanır. Bu nedenle imgeler ne yalnızca doğaya aittir nede yalnızca insana… Bu bağlamda insana ait tüm algı biçimleri ile imgelerin kesin bir bağı olabilir. Görerek algıladığımız her şeyin, bize ait olan ve bizim eski bir zaman aralığında benzer bir görüntüye ( renge, ışığa, gölgeye, biçime vs.)   kodladığımız bir hal bir duygulanım bağı olabilir. Zihnimizde harmanladığımız bu kodlar farklı zaman noktalarında benzer bir algılamayla tekrar karşımıza çıkabilir. Biz hem o görüntüyü zihnimizde biçimsel olarak yeniden yaratıp bir imgeye dönüştürürken bir duygulanım biçimine de kodlarız aynı zamanda. O nedenle örneğin ben küf yeşilini her gördüğümde su ve susuzlukla ilgili kodları da beraberinde harekete geçiririm. İnsan yaşamı boyunca bizi çevreleyen dünya ile bunun gibi milyonlarca bağlantı kurabilir. Geriye dönük hafıza tazelemeleri veya ket vurmalar böyle bir zihinsel aktivite ile gerçekleşir. İşte sanat içinde biçimden kavrama ve kavramdan biçime yapıla gelen tüm yolculuklar sanatçının ve izleyenin zihninde var olan böyle bir yol haritası ile gerçekleşir. Bireysel farklılıkların temelinde tüm bu kodlanmış duygu sarmallarının farklılığı yatmaktadır. Farkındalık düzeyi bu noktada ne kadar yüksek ise kodlamalarda o kadar güçlü ve belirgin olacaktır. İşte sanatçıların üretimlerinde izleyiciyle kurdukları bağların gücü buradan gelir. Yaratıcılıkları da sanatsal üretimde imgeleri yorumlama kabiliyetinden kaynaklanır. Zihnin dokunduğu her nesne kişiye özel yeni bir biçim, yeni bir yorum ve bakış açısını belirler. Rudolf Arnheim’e göre; “duyularımızın evreyi, ortamı algılarken kullandığı mekanizmalar tümüyle düşünme psikolojisinin, tahayyül âleminde gerçekleşen, bilişsel süreçlerle ilgilenen, gerçekten üretken bir düşünce biçiminin tanımladığı işleyişle benzerlikler taşır”

Bir anlamda İmge yaşamla insan arasında biçimlenen özgün yorumun adıdır. Sanat imgesi ise yaşamın sanatçının usundaki yansımalardır. Us’taki yansımalarda sanatsal biçimin köklerini oluşturur. İmgelemin görmeyle kesin ilişkisi de ancak bu noktada net olarak anlaşılabilir. Örneğin insan görmediği şeyi hayal edemez. Biçimin mutlaka beyinde yer bulmuş olması yani gözlemlenmiş olması gerekir. Bilgi dünyamızda aklın sınırını zorlayan, direkt olarak tanımlayamadığımız, dünyaya ait değilmiş gibi görünen bir yığın biçim vardır. İnsanoğlunun ütopyaları, mitlerdeki varlıklar kâbuslarımızdaki canavarlar; tüm bunları insan beyni doğadan çalar, fakat duygulanım süzgecinden geçirir, düşünsel dünyasında yorumlar ve doğadan farklı algılanan ama yine doğaya ait biçimler olarak geri sunar. Bu geri sunum sanatçının doğasında resme, heykele dönüşebilir. Bu sanatçıya has bir durumdur bu onun bilinçli ve özgür seçimidir. Diğer insanlarda bu geri sunum bir yaratı olmayabilir. Çoğu zaman bilinçaltına teslimiyet olarak ortaya çıkar. Örneğin dün rüyamızda gördüğümüz canavarı parça parça biz inşa ederiz. Mitolojik yaratıklar da bunun somut bir örneğidir. İnsan başlı, aslan gövdeli yaratıklar gibi. Bu cümle kelimeleriyle tek tek analiz edildiğinde her şeyin doğaya ait olduğu görülecektir. Bir araya gelme biçimleri ise sanatsal yaratı biçimi ya da düşünsel dünyada yapılan öze yönelik bir yorumdur. İkonlarda sıkça karşılaşılan melek figürleri de insan vücuduna belki de uçmak özlemiyle dâhice eklenen kuş ya da kelebek kanatları ile yeniden yaratılmış imgelerdir. Öyle anlaşılıyor ki imgelerle duygu dünyamızın parçaları ya da parçacıkları ile örtüşen birçok şey vardır.

Bütün bunlar gösteriyor ki insan görmediği veya hakkında bir şekilde bir bilgiye sahip olmadığını hayal edemez. Ama gördüğü şeyleri yorumlayabilir, deforme edebilir, zekâsını ve duyguyu kullanarak sanatsal bir geri sunum yaratabilir. O halde imge yaşamla insan arasında kurulan bağın öteki yüzüdür denebilir. Bir insan kendisinden öte bir şey değildir. Böylece insanın gerçeğini onun algıladığı dünya oluşturur denebilir. 

Levent İSKENDEROĞLU